Uzmanlar İran'ın yeni Cumhurbaşkanı İbrahim'Reisi'nin Türkiye'ye yönelik bakışında reformcular arasında yaygın olduğu üzere herhangi bir olumsuzluk görünmüyor.
İran'ın yeni Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin seçim tartışmalarında büyük güçler yerine komşularla ilişkilere öncelik vereceğine yönelik açıklamalarda bulunduğuna dikkat çeken uzmanlar, 'Reisi'nin Türkiye'ye yönelik bakışında reformcular arasında yaygın olduğu üzere herhangi bir olumsuzluk görünmüyor. Yeni dönemde İran'ın Afganistan, Irak, hatta Türkiye ile olan ilişkileri büyük ölçüde Reisi'nin ABD karşısında izleyeceği politikalara bağlı olacaktır' değerlendirmesinde bulundu.
İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) başkan vekili Dr. Hakkı Uygur, "Reisi ve yeni İran" başlıklı çarpıcı bir yazı kaleme aldı. İşte AA'da yer alan analiz yazısı;
İran ve mevcut siyasal sistemi üzerine kaleme aldığımız çok sayıda analiz ve değerlendirmede, ülkede yürürlükte olan hukuki süreçler ve teamüller incelendiğinde Cumhurbaşkanlığı ya da Meclis seçimlerine ilişkin mekanizmaların seçimlerin nihai sonuçlarına dair önemli ipuçları, hatta tahmin imkânı verdiğini belirtmiştik. Daha basit bir ifadeyle, din adamları ve hukukçulardan oluşan 12 kişilik Anayasayı Koruyucular Konseyinin (AKK) ön adayların belirlenmesinde izlediği tutum seçimlere katılım oranını etkilemekte, bu da seçimlerin sonucunun az çok önceden kestirebilmesini sağlamaktadır. Sistemin bekasından birinci derecede sorumlu bulunan AKK'nin herhangi bir nedenle müsamaha göstermesi durumunda 2009 cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki gibi katılım oranı ciddi şekilde artabiliyor ya da son olarak geçtiğimiz 18 Haziran'da görüldüğü üzere bu oran önemli ölçüde azalabiliyor.
Bu çerçevede uzun yıllar Meclis Başkanlığı yapmış Ali Laricani, popülist politikaları ve söylemleriyle geniş varoş ve taşra kesimlerinin gönlünü kazanan eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ya da şehirli reformcu kesimlerin önde gelen teorisyenlerinden biri kabul edilen Mustafa Taczade gibi isimlerin adaylıklarının reddedilmesi, bu seçimlere ilişkin önemli göstergelerden biri oldu. Son iki ismin adaylıklarının engellenmesi şaşırtıcı bir durum olmasa da uzun yıllar devletin en önemli bürokratik kademelerinde görev almış ve de bir ulema ailesinden gelen Laricani'nin reddedilmesi, hatta süreç içinde aile fertlerinin gündeme getirilerek çeşitli hakaretlere maruz bırakılması sistemin güç odakları arasındaki rekabeti göstermesi açısından önemliydi. Laricani konusunda AKK'nin bile ikiye bölündüğü ve bir oyla adaylığının engellendiği iddiaları da bu durumu teyit eder nitelikte. Hameney'in, Laricani'nin gönlünü almaya yönelik ifadeleri adaylığına yönelik hukuki bir sonuç yaratmamakla birlikte daha fazla yıpratılmasını engellemiş oldu.
AA için kaleme aldığımız ve seçimlerden birkaç hafta önce yayımlanan analizde[1]bu durumun muhtemelen yalnızca Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili olmadığı, aksine ülke lideri Hameney ve kendisine yakın isimlerin Devrim'in ikinci aşaması olarak nitelendirdikleri yeni döneme ilişkin ipuçları verdiği belirtilmişti. Buna göre İbrahim Reisi nispeten genç yaşı, Devrim'in ideallerine bağlı olması, aile ve hemşerilik bağları açısından da, yaşı ilerleyen Ali Hameney'in yerine Devrim Liderliği makamı için de uygun bir isim olarak görülüyor. Yine de politik bir figür olmaması, kamuoyu önüne fazla çıkmaması ya da hitabetinin çok güçlü olmaması ve kendisinin bir anlamda idari ve siyasi tecrübe elde edebilmesi için bu makama seçilmesi özel bir önem taşıyor. Bu bağlamda Vahid Hakkaniyan'ın da ima ettiği gibi, sorun çıkarması muhtemel aday adayları ince bir mühendislikle elenmiş, kalan zayıf adayların karşısına da dört kalkan aday çıkarılarak tartışmalarda bir kazanın yaşanmasının önüne geçilmiş oldu.
Nitekim seçimler beklendiği gibi geçti: Ülke çapında yüzde 48,8; başkent Tahran'da ise yüzde 26 seviyesinde katılımın sağlandığı seçimlerde geçerli oyların yüzde 60'ından fazlasını alan İbrahim Reisi, yaklaşık 18 milyon oy ile İran'ın yeni cumhurbaşkanı seçildi. Geçersiz oy sayısı da yaklaşık dört milyon ile ikinci sırada yer aldı. Reformcu kesimlerin son bir ümit ile üzerine yatırım yapmaya çalıştığı ve sosyal medya üzerinden parlatmaya çalıştıkları Merkez Bankası Başkanı Abdulnasır Himmeti ise yalnızca 2,5 milyon oy alabildi ve her seçimin değişmez adayı Muhsin Rızai'nin ardında yer aldı. Yine de reformcuların "gündem oluşturabilme kapasiteleri" bazı gözlemcileri bile şaşırttı. Örneğin 2009 yılındaki seçimlerden sonra ev hapsine alınan ve yakın zamanda dışarısı ile kısıtlı irtibat kurulmasına izin verilen eski Meclis Başkanı Mehdi Kerrubi bile son anda katılım çağrısı yaparak Himmeti'nin desteklenmesini istedi. Mir Hüseyin Musevi ise farklı bir tutum izledi ve seçimlerin boykot edilmesi çağrısında bulunarak, ülke içindeki siyasi dengeleri ve kamuoyu tepkisini daha iyi okuyabildiğini göstermiş oldu.
- İç politikaya etkileri
İran iç siyaseti 79 Devrimi'nden sonra kabaca iki grup üzerinden şekillendi. Kökleri Devrim öncesine uzanmakla birlikte önce "sağ-sol", sonra "reformcu- muhafazakâr" olarak tanımlanan bu kesimler arasındaki denge, Humeyni'nin 1989 yılındaki ölümüyle "sağcı" kesimin lehine kesin bir şekilde değişti. Humeyni'nin koruması kalmayınca "sol" sayılan kesimin önemli isimleri siyaset sahnesinden uzaklaştı ya da pasif görevlere çekildi. Ancak bu gruplara yakın kişiler Musevi Hoiniha ya da Muhammed Hatemi gibi isimler üzerinden yeniden organize olarak ve zamanın ruhuna uygun "gömlek değişikliği" yaparak 1997 seçimlerinde göz alıcı bir geri dönüşe imza attılar. Bu yenilgiden gerekli dersi çıkaran muhafazakâr kesimler bir daha benzer bir gelişmenin yaşanmaması için gerekli önlemleri alsa da Neo-Muhafazakâr çizginin temsilcisi Ahmedinejad ile birlikte geleneksel sağın babaları arasında yer alan Rafsancani ya da Natık Nuri gibi isimlerin küstürülmesi ve "reformcu" kesimlere yaklaşması sonucunda 2009 yılında büyük sistem içi deprem meydana geldi. Muhafazakâr kesim bu badireyi de atlattı ancak 2013 seçimlerinde, Hasan Ruhani'nin seçim zaferini önleyemedi. Reformcu-ılımlı sağ ittifakı tekrar büyük bir başarıya imza atarak ülkenin halk oyu ile seçilen en önemli siyasi pozisyonunu ele geçirdi.
Bahsedilen süreç içinde reformcu adayların engellenmesinin tek başına yetmediğini, ittifak kurabilecekleri ılımlı sağın da önünün kesilmesi gerektiğini fark eden sistem içi etkili kesimler yeni bir Ruhani modeline izin vermemek için harekete geçtiler. Bu noktada Ruhani'nin büyük bir rüzgâr yakalayarak başladığı cumhurbaşkanlığının şanssız bir şekilde sonlanması da etkili oldu. ABD liderliğindeki küresel güçlerle imzaladığı Nükleer Anlaşma (KOEP) ile iç ve dış politikada iddialı söylemler kullanmaya başlayan, iç politikada Hameney'e ve dış politikada Çin'e karşı ifadeler kullanacak kadar kendisinde güç vehmeden Ruhani, Trump'ın 2016'da işbaşına gelmesi ve iki yıl sonra Nükleer Anlaşmadan çekilerek ağır yaptırımlar uygulamaya başlamasıyla zayıflamaya başladı. Ekonomisi iki yıl içinde yüzde 20'ye yakın küçülen ülkenin son iki yıl içinde de küresel Kovid-19 salgınına maruz kalması, Ruhani'yi İran tarihinin en başarısız cumhurbaşkanı hâline getirdi. Bu durum kendisine yakın isimlerin veto edilmesine halk kesimlerinin neden tepki göstermediğini de açıklıyor. Yine ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum ve son on yıla ait sıfır büyüme oranı, seçim münazaralarına da darbe vurdu ve Reisi ile kendisini destekleyen adaylar, Himmeti'nin de içinde yer aldığı "Batıcı-Liberal" kadroların ülke ekonomisini çökme noktasına getirdiğini savundular.
Yine de seçimlere katılım oranı, İran sisteminin sürekli vurguladığı "demokratik olmasa da halkçı bir yönetim" olduğu iddiasını derinden yaraladı. Örneğin muhalifler Hameney'in birkaç yıl önceki bir hutbesindeki ifadelerini paylaşarak ağır ithamlarda bulunuyorlar. Bu konuşmada Hameney bazı ülkelerde seçimlere katılımın bütün teşvik ve propagandalara rağmen yüzde 30 ila 40'larda kaldığını ve bunun bir yönetim için utanç vesilesi olduğunu, böyle yönetimlerin meşruiyetlerinin olmadığını iddia ediyor. Dolayısıyla AKK'nin ağır vetoları, ülkenin içinde bulunduğu zor sosyo-ekonomik koşullarla birleşince Tahran, Tebriz ve Şiraz gibi şehir merkezlerinde katılım oranının neden yüzde 20'lere kadar düştüğünü açıklıyor. İran yönetimi şu ana kadar başarıyla yürüttüğü ikili sistemde meydana gelen bu uçurumu hızlı bir şekilde kapatmak zorunda olduğunu biliyor ve bunda en önemli görev hiç şüphesiz uğruna büyük fedakârlıklar yapılan İbrahim Reisi'ye düşecek. Aksi durumda ve siyasi sistemin içine kapanmayı sürdürmesi halinde reformcu kesimler arasında ümitsizlik ve sistem içi siyasetten uzaklaşma giderek artacak ve yurt dışı merkezli muhaliflerin yapısında bazı değişiklikler meydana gelebilecektir.
Yukarıda tersim edilen görüntü altında Reisi öncelikle kapsayıcı bir liderlik profili çizmeye çalışacaktır. Yalnızca kendisine oy veren yüzde 28'lik kitlenin değil bütün ülkenin cumhurbaşkanı olduğunu gösterecek adımlar atacaktır. Bu amaçla reformcu figürler olmasa da son dönemde küstürülen ılımlı sağ figürlere sembolik de olsa alan açması mümkün olabilir. Yine de başta gençler olmak üzere Neo-Muhafazakâr figürlerin taleplerini ertelemesi durumunda hemen olmasa da orta vadede ciddi eleştirilerle karşılaşabilir. Yine Reisi'nin en önemli meydan okuma alanlarından birisini ekonomi oluşturacaktır. Gerek kendisi gerekse de etrafındaki isimlerin sık kullandıkları "direniş ekonomisi" kavramının içini nasıl dolduracakları, üretim ya da inşaat sektörü teşviklerinin halkın beklentilerini karşılayıp karşılayamayacağını zaman gösterecek. Reisi'nin kısa süre içinde gözle görülür bir iyileşme sağlayamaması hâlinde yalnızca zayıflayan toplumsal meşruiyetin iyice kırılgan hâle gelmesine yol açmayacak, Hameney sonrası planlarını da ciddi olarak etkileyebilecektir. Dolayısıyla önümüzdeki bir ya da iki yılın Reisi için bir hayli kritik geçeceğini söylemek mümkün.
- Dış politika ve Reisi
İbrahim Reisi'nin tüm kariyeri yargı alanında olduğundan dış politikada ne gibi görüşlere sahip olduğu ayrıntılı olarak bilinmiyor. Seçim tartışmalarında vurguladığı üzere büyük güçler yerine komşularla ilişkilere öncelik vereceğini söylese de bunun nasıl olacağını bilmiyoruz. Yeni dönemde de İran'ın Afganistan, Irak, hatta Türkiye ile olan ilişkileri büyük ölçüde Reisi'nin ABD karşısında izleyeceği politikalara bağlı olacaktır.
Yine çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı'nın KOEP'in ihya edilmesine karşı çıkması beklenmiyor. Zira Viyana'da yürütülen görüşmeler Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'in Antalya Diplomasi Forumu'ndaki açıklamalarından da anlaşılacağı üzere son aşamaya yaklaşmış durumda ve İran'daki ana dış politika hatlarının seçilmiş cumhurbaşkanı tarafından belirlenmediği herkesin bildiği bir husus. Yine de 1988 yılında vuku bulan toplu idamlardaki rolü nedeniyle Uluslararası Af Örgütünün hedefinde yer alan, benzer şekilde ABD'nin de yaptırım listesinde bulunan Reisi ile tecessüm eden yeni İran, reformcu kesimlerin hayalini kurduğu gibi başta ABD olmak üzere Batı dünyası ile sorunlarını aşmış, küresel sisteme entegre olmuş bir İran olmayacaktır. Reisi sınırlı ve dar bir anlaşmanın sağladığı görece rahatlığı, ekonomideki somut kazanımlara ve ülke siyasetindeki pozisyonunu güçlendirmeye tahvil etmeye çalışacaktır. Son olarak, Reisi'nin Türkiye'ye yönelik bakışında reformcular arasında yaygın olduğu üzere herhangi bir olumsuzluk görünmüyor. Türkiye'nin İran'ın dış ticaretinde oynadığı kolaylaştırıcı rol, turizm ilişkileri ya da transit işbirlikleri muhtemel KOEP-2 ve Kovid-19 sonrası dünyada daha da gelişecektir.