04:35:4825 Nisan, 2024
Ä°stanbul 20 Kapalı
12 Ocak 2021 06:08

“Ruhlarımız öldü”: Çin’in Uygurları topladığı ‘yeniden eğitim’ kampından nasıl kurtuldum?

“10 yıl boyunca Fransa’da yaşadıktan sonra Çin’e bazı belgeler imzalamak için geri döndüğümde esaret altına alındım. Ondan sonraki 2 yıllık süreçte sistemli bir şekilde insanlıktan çıkarıldım, aşağılandım ve beynim yıkandı.”

“Ruhlarımız öldü”: Çin’in Uygurları topladığı ‘yeniden eğitim’ kampından nasıl kurtuldum?

“Biz eşimle öğrencilik yıllarında Urumçi’de tanıştık ve mezun olunca iş aramaya başladık. İş ilanlarında genellikle küçük puntoyla ‘Uygurlar başvuramaz’ yazıları olurdu. Ben görmezden gelmeye çalışırdım, ancak eşim için bu ayrımcılık meselesi bir takıntıya dönüşmüştü.”


“Mezun olduktan sonra Karamay’daki petrol şirketinde mühendis olarak çalışmaya başladık, şanslıydık. Şirkette yılbaşı ikramiyeleri dağıtılmaya başlandığında Uygurlara, Han ırkına mensup Çinlilere verildiğinden daha az verilirdi. Daha sonraları, şirkette üst düzey bir pozisyon açıldı ve eşim Kerim donanımlı bir mühendis olarak bu pozisyona başvurdu. Fakat bu pozisyon mühendislik eğitimi bile olmayan bir Çinliye verildi. Kerim için bardağı taşıran damlaydı bu.”


“Kerim, 2002 yılında Xinjiang’dan (Sincan Uygur Özerk Bölgesi) ayrılarak önce Kazakistan’da, ardından Norveç’te ve son olarak Fransa’da iş aramaya başladı. Fransa’dan sığınma talep ettikten sonra ben ve iki kızım onun yanına geldik.”


“Kasım 2016’da Çin’den bir telefon aldım. Telefonda petrol şirketinde çalıştığını söyleyen bir adam, Çin’e geri dönüp bazı belgeler imzalamam gerektiğini söylediğinde oldukça şaşırmıştım; çünkü, benim 20 yıldan fazla çalıştığım bu şirketten ayrılıp Fransa’ya gelmemin üzerinden 10 yıl geçmişti. Belgeleri imzalamamın emeklilik işlemleri için olduğu söylendi. Bu durumda avukat istediğimi ve onca yıl geçmiş olmasına rağmen neden şimdi arandığımı sordum. Bunlara cevap verilmedi, üstüne avukat tahsis edilemeyeceği ve şahsen Çin’e gitmem gerektiği tekrarlandı.”


“Çin’e gittikten birkaç gün sonra Karamay’daki petrol şirketinin ofisine gittim. Oradan sonra beni ofise 10 dakikalık mesafedeki bir polis karakoluna götürdüler. Neden Çin’i terk edip Fransa’ya yerleştiğimi, oradaki işimi sordular. Ardından, kızım Gulhumar’ın Paris’te, elinde Çin hükümeti tarafından yasaklanmış olan Doğu Türkistan bayrağıyla çekilmiş bir fotoğrafını yüzüme doğrulttular ve fotoğraftaki kişiyi tanıyıp tanımadığımı sordular. Kızım olduğunu söylediğimde bana ‘senin kızın bir terörist’ diye bağırmaya başladılar. Sorgu bittiğinde gidebilir miyim diye sordum. Bana, benimle henüz işlerinin bitmediğini söylediler.”


“Sağ! Sol! Rahat! Aynı mavi pijamayı giyen 40 kişi bir odanın içindeydik. Dikdörtgen bir sınıf. Günde 11 saat boyunca buradaydık. Biz odada bir aşağı bir yukarı yürürken, iki Çin askeri zaman tutuyordu. ‘Beden eğitimi’ diye adlandırılan bu olay, askeri bir eğitim gibiydi. Aramızdan bazıları bayılıyordu. Asker bayılan kişiyi tokatlayarak kendine getirmeye çalışırdı, eğer ayılmazsa o kişiyi askerler dışarı çıkarırdı. Bir daha da o kişiyi asla görmezdik. 5 aydan sonra, beni 20 gün süreyle yatağıma zincirlediler. Neden bilmiyorum. Sonrasında bir çeşit ‘okula’ gideceğimden bahsediyorlardı. Hükümetin Uygurları ‘düzeltmek’ için bu okulları kurduğu söylendi. Han ırkından öğretmenlerin yer aldığı bu okulu bir defa geçen evine dönebiliyordu.”


“Polis hücrelerinden ayrıldıktan sonra, bizi bu ‘okula’ götürdüler. Kimsenin olmadığı bir araziydi. Dikenli tellerin ötesinde, uçsuz bucaksız çölden başka bir şey görünmüyordu. İlk gün birçok kadınla aynı yeri paylaştığım bir yatakhaneye götürüldüm. Burada pencereler her zaman kapalıydı. Kameralar vardı, onun dışında tuvalet, çarşaf hiçbir şey yoktu. Burası bir okul değildi. Askeri kuralları olan bir ‘yeniden eğitim’ kampıydı. Konuşmak yasaktı, zaten zamanla konuşma isteğimiz de kaybolmuştu. Her yerde gardiyanlar vardı ve onlardan kaçmanın, hatta dua etmekle suçlanmaktan korkarak esnemenin bile yolu yoktu. ‘İslamcı terörist’ olarak adlandırılma korkusuyla yiyecekleri geri çevirmek yasaktı. Gardiyanlar yemeklerin helal olduğunu iddia ediyorlardı. Bu arada kamptaki kadınların sayısı her geçen gün artmaktaydı.”


“Teori derslerinin beden eğitiminden daha rahat geçeceğini düşünmüştüm ama yanılmışım. Öğretmen sürekli bizi izliyor ve her fırsatta tokatlıyordu. Bir defasında, altmışlı yaşlarında bir kadın yorgunluktan gözlerini kapattığında, öğretmen ona sert bir tokat atarak ‘Dua ettiğini görmedim mi zannediyorsun? Cezalandırılacaksın!’ demişti. Daha sonra bir yazılı metin getirip onu kadına zorla okutmuştu. Bundan sonra insanların ‘beyin yıkama’ derken ne demek istediklerini anlamıştım. Her sabah sınıfa bir Uygur hoca gelip bize ‘nasıl Çinli olunacağını’ öğretirdi. Kendi ırkımızdan bir kadın.”


“11 saat süren günlük eğitimlerde şu tarz bir bağlılık yeminini tekrarlardık: ‘Sayın Başkanımız Xi Jinping’e teşekkür ederiz’. Akşamları dersi bitirirken, ‘Büyük ülkemin gelişmesini ve parlak bir geleceğe sahip olmasını diliyorum. Tüm etnik grupların tek bir büyük millet oluşturmasını diliyorum. Başkan Xi Jinping’e sağlık diliyorum. Yaşasın Başkan Xi Jinping!’ diyorduk."


“Bunun yanısıra, bize Çin’in -kötü kısımları çıkartılmış biçimde- görkemli tarihi öğretiliyordu. El kitabının kapağında ‘yeniden eğitim programı’ yazılıydı. Güçlü hanedanlar ve onların görkemli fetihleri ile Komünist Partinin büyük başarılarından başka herhangi bir şey yoktu. İlk başlarda bu durum bana komik gibi görünmüştü ancak günlerce aynı şeyi tekrarlamak ve yorgunluk bütün direncimi kırmıştı. Bir süre sonra eşimin ve kızlarımın yüzünü hatırlayamaz olmuştum. Aptal hayvanlardan başka bir şey olmayana kadar çalıştık. Bizi hayvanlar gibi dünyanın geri kalanından uzakta, zamanın dışındaki bu kamplara kilitlediler.”


“Ne zaman gardiyanların ayak sesini duysam, idam vaktimizin geldiğini düşünüyordum. Saçlarımızı keserlerken, ağlayarak sonumun yakın olduğunu ve beni idama, elektrikli sandalyeye veya boğmaya hazırlandıklarını  düşünüyordum. Hemşireler beni ‘aşılamak’ için tuttuklarında beni zehirlediklerini zannederdim; gerçekte ise bizleri kısırlaştırıyorlardı. İşte o zaman bu kampların yöntemini anladım: bizi soğukkanlı bir şekilde öldürmek değil, yavaş yavaş yok etmek için. O kadar yavaş ki, kimse fark edemez.” 


https://www.theguardian.com/world/2021/jan/12/uighur-xinjiang-re-education-camp-china-gulbahar-haitiwaji